Teoloji ve Felsefe#

Çok yalan söyleyerek mahvolan birini tanıyorum.. çok yalan söylediği için tutarlı bir yanı kalmadı.. 

O yüzden gereksiz harcamalar yapar, hedef ve amacı yoktur, daha kazanmadan harcar, borçlanır vs. vs.. 

Herkese hayırlı kandiller.. Allah tüm İslam alemine güç kuvvet versin ve İslam devletlerinin başında bulunan riyakarları da kahretsin..

Kendi istikbalini devletinin ve Müslümanların çıkarlarının önüne koyanları Rabbim onları o makamlardan azat etsin ve aldıkları ah'ları burunlarından getirsin.. 

Tüm İslam aleminin ve Müslümanların bu mübarek gecesi hayırlı olsun..

Dünyanın bir çok yerinde Müslümanlar zulüm altında.. ama bir olamıyoruz.. tek ses olamıyoruz.. demek ki iyi Müslümanlar değiliz..

Rabbim zulüm altında ki tüm Müslüman ve mazlumların yar ve yardımcısı olsun.. onlara güç kuvvet ve muzafferiyetler ihsan etsin, sabır versin ve kimseye muhtaç etmesin.. 

Geceniz bereketli olsun.. Müslümanlar için dua etmeyi unutmayalım.. 

Miraç Gecesi Efendimizin Allah’ın (cc) dâveti üzerine Mescidi Haramdan Kudüs'teki Mescidi Aksa'ya ve oradan da yedi kat semâyı aşıp Allah (cc) ile görüşmesi mucizesidir.

Miraç gecesi yapılacak ibadetler nelerdir? 100 geceye denk Miraç Kandilinde Ne Yapılmalı?

Binlerce Müslüman bu geceki Miraç Kandilini en güzel şekilde ve dolu dolu idrak etmek ve istifade etmek istiyor. 

Bu fırsat gecesinden Müslümanlar en iyi şekilde yararlanmak için Miraç Kandilinde Ne Yapılmalı sorusuna yanıt arıyor. Müslümanlar, Efendimizin “Yüz geceden daha hayırlı bir gecedir” hadisi şerifiyle bildirdiği Miraç gecesi yapılacak ibadetler için araştırmalara başladı. 

Peki, 100 geceye denk Miraç gecesi ne yapılır? Miraç gecesi yapılacak ibadetler nelerdir?


Gecenin bir bölümü Teheccüd namazı kılmak,

Zikir ile meşgul olmak

Tövbe istiğfarda bulunmak

Bol bol dua etmek

Seher vaktinde kuşluk (dûha) namazı

Ve Kuran-ı kerim okumak


Miraç Gecesi tavsiye edilen bir diğer faaliyet ise şöyledir;

“Her kim o gecede 12 rekat kılar, her rekatta bir Fatiha ve Kur’an’dan bir sure okur, iki rekatta oturup teşehhüt okur ve sonlarında selam verirse, sonra 100 kere; ‘Subhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber’ Deyip, 100 kere de istiğfarda bulunur, sonra da Nebi (sav)’e 100 kere salat okursa;  Bir kişi dünyadan yahut ahiretten dilediği herhangi bir hususta kendisi hakkında duada bulunursa, bir desabah oruca niyet ederse, bir masiyet (günah) ile alakalı dua yapmış olmadıkça, gerçekten Allah onun bütün dualarını kabul eder.”

Şuan sadece ağlamak istiyorum.. terki dünya günah mı olurdu?.. 

Vay bee bir şık haricinde geri kalan tüm şıklar maalesef kardeşimde mavcut.. bizi çok üzüyor ama inanılmaz gereksiz işler ve ilişkilerle meşgul.. ayrıca daha kazanmadığı parayı harcamayı ve daima borç içinde olmayı alışkanlık haline getirdi.. 

Allah ıslah etsin..

Benimde en büyük sorunum üşengeçlik ve düşük mood.. umarım düzelirim.. 

Ne kadar da haklı bu alii kişilik.. 

Ben her zaman söylüyorum.. batı sadece yakaladığı standartlar konusunda iyi ve örnek alına bilir.. ama hiç bir zaman uygar değil tam tersi orman kanununda olduğu gibi güçlünün zayıfı yok ettiği bir anlayış ile yaşıyorlar ve politik açıdan bakıldığında da tam bir iki yüzlülük içindeler. 

Pekiii Cuma namazı her müslümana farzdır.. ancak cuma için bazı şartlar var diye biliyorum yalnışsam düzeltin lütfen.. 

Savaş hali gibi zaruri durumları saymıyorum ama efendimiz döneminde savaşta dahi namaz kılınmış biliyoruz.. Peki cuma günleri belli bir merkez camiinde toplanmak gerektiğiyle alakalı bir şeyler okumuştum bunun bir gerçekliği var mıdır.. yani cuma her camide değil de bir ilçenin veya mahallenin merkez camiinde müslümanlar toplanıp her birlikte namaz kılmaları tavsiye ediliyor.. böyle bir kural var mı merak ediyorum.. 

Ben  bu Tanrı konusuna başka bir açıdan bakmak istiyorum,Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek bir yerde Tanrı kelimesine şöyle yaklaşmış ve eklemiştir.


ECEVİT VE DİL ÜZERİNE



-Şu sıralarda solda da bazı imzalar Dil Kurumu’nun çalışmalarına tenkitler yöneltiyor..



-Ecevit’i biliyorsunuz.. Robert Kolej’deyken benim talebemdi. Kitabı var kendisinin, evvela Necip Fazıl’ın tesiri altında kaldım, diyor.
Ben kendisini sınıftan hatırlamıyorum. Demek ki pek parlak bir talebe değildi. Ama talih ona bir imkân verdi. O bunu dili tahrip istikametinde kullandı. Bualo’nun bir sözü var: Bir milletin diliyle oynamak, ona en büyük suikastı yapmaktır, diyor. Bunların hepsini yazdım. İnandıkları garbın fikirlerini. Bakıyorum Allah dememek için özel gayret sarfediyorlar. Tanrı kelimesini bir iman tavrı olarak kullanıyorlar. Tanrı ilah demek. Allah ise, ismi has (özel isim). Bir tek köylü gösterin ki Allah yerine tanrı desin.. Benim, alış veriş edilen bakkalın, aşçının, esnafın bilmediği, kullanmadığı Türkçe, Türkçe olamaz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir hadise yok. Ruslar mesela.. Bütün eskiye düşmanlar. Çünkü eskinin çok bayatlamış tarafları vardır, bunu görmek bir hünerdir. Cemiyetin eski enkazı üzerine kurmaya kalktıkları bina bâtıldır. Yoksa bir çok tenkitlerinde haklı olabilirler.. Kapitalizm tenkitlerinde, şunda bunda haklı olabilirler. Ama çarede sıfırdırlar. Onlar bile, dile bunu reva görmedi. Benim şimdi bu lafımın bir tarafını kapatıp bir tarafını açarsanız beni komünist diye takdim edebilirsiniz…



Necip Fazıl Kısakürek - Konuşmalar


ve şöyle bitirmiş :


Allah Tanrının cezasını versin.



Tanrı'ya inanıyor musun?

Einstein hep şu cevabı verirdi;

Spinozanın Tanrısına inanıyorum.

Spinozayı okumayan kişi aynı yerde kalır.

Baruch Spinoza, 1632 yılında Hollanda’nın Amsterdam şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, fakat bir zaman sonra (1656) görüşlerinden dolayı Yahudilikten aforoz edilmiştir. Spinoza da bunun bir sonucu olarak İbranice olan Baruch isminin Latincedeki karşılığı olan Benedictus’u kullanmaya başlamıştır. Onun aforoz edilmesine sebep olan temel görüşü semavî dinlerin aksine Tanrı’nın cennete, farklı bir alemde vesaire olduğunu değil onun bizzat dünyada yer aldığını düşünmesidir. Spinoza için Tanrı doğadır, doğa da Tanrı’dır. Spinoza’nın tanrı inancı bir nevî panteizmdir.

Az evvelki pasajda da belirttiğimiz üzere Spinoza’nın dinî görüşü ve tanrı telakkisi geleneğin tamam dışında olmakla beraber oldukça da radikaldir. Spinoza’nın tanrısı bir yaratıcı olmamakla beraber insanî vasıflara da hâiz değildir. O; insanlara acıma, merhamet, sevgi gibi duygular beslemez. Spinoza’ya göre bu durum semavî dinlerin içine düştüğü en büyük yanlışlardan biridir ve tam olarak bir antropomorfizm örneğidir. Spinoza’ya göre var olan bütün gerçeklikler determinstik bir yasaya bağlıydı ve her şey apaçık öncüllerden hareketle tümdengelim yoluyla açıklanabilirdi. Ona göre özgür irade, tesadüf gibi kavramların var olan bu sistemde herhangi bir yeri yoktur. Çevremizde meydana gelen her olay, var olmuş ve olacak her hareket Tanrı’nın anlaşılması olanaksız olan doğasının bir yansımasıdır.Ona göre tanrı kavramı bu dünyadan ayrı bir varlık olarak düşünülemezdi, bu düşünceyi mantığa ve matematiğe ihanet olarak görmekteydi. Dolayısıyla ona göre tanrı var olan her şeyle birlikte vardır; o, her şeyle eş değerdir. Doğaya karşı gelinmez, o değişmez ve sabit bir düzeni korur; her şey bütünün bir parçasıdır.

Spinoza’nın tanrı anlayışının temel ilkesi gayrîşahsiliktir, onun tanrısı insanî niteliklerden tamamıyla yoksundur; kimseyi cezalandırmaz ve kimseye karşı sempati beslemez. Onun anlayışına göre ‘’Tanrı’yı seven kişi, karşılık olarak Tanrı’nın da onu sevmesi için çabalayamaz.’’dır.



Her gün bişeylere gülüyoruz da içimizde ki volkanlar sönmüyor.. 

Keşke farklı ülkelere gitme imkanı kadar başka gezegenlere gitme imkanı da olsa idi. 

Samanyolu dışına ışınlayın beni...

Yalnız sana özlemdi bu, mor siyah bulutlara matemdi senden bıraktığım.

Üşümüş topraklara sıcaktın sen.

Yetim dualara ocaktım ben. Kızıl saçlı geceye benzeyen benliğini alda git, bu saatler nefreti uyandırır bende

Şimdi çalarım ben şiire gazele. O hülyaları nasıl da yitirdik  biz. Oysa nede yakışıyorduk birbirimize, sen benim şiirimdin yüregimden okudugum sendin o sessiz.

Akşamları zor eder olmuşum, yarım yamalak bir beden taşıdıgım altı üstü.

Ruhumun harabe görüntüsü.

Islıklayan bir ben miyim hayatın düzenini, gökyüzü gibi yalın tüm umutlarım.

Oysa, aynı bedende bir can olabilmiştik seninle.

Ben kainatı seyrederdim senin gözlerinde.

Şimdi alabora bütün mutluluklarım.

Hep uzak diyarlara heveskar yolculuklarım.

Yüregine saglık olsun ey hayat.

Bir gülüşü vardı, zannederdim ki okyanuslar kabardı.

Geceler zindana mahkum, gündüzler tabutsuz birer mezardı.

Şair yüregimin en yangınıdır bu.

Mavi gözlerimin sevda andıdır bu.

Beni söyleten, dilimi kalbimi heceleten

Ey Sevdam, senin adındır bu.

Elbet her yüregi söyleten bir gönül vardır.

Ey gönüller yürekleri söyletmeyin.

Mutluluk sadece bir anlık, deneyin

Sevgilerle Esen kalın.

Günlerden biri daha geçip gidiyor, güneş tüm hayranlıgıyla çepeçevre sarmış dünyayı.

Bulutlar özlemle tutuşuyor, güneşin ardından dünyayı sarmayı bekleyen gece yeniden alevlendiriyor yıldızları.

Ve bir gökyüzü altında milyarlarca insan hep aynı şeyleri söylüyor ve aynı işleri yapmaya devam ediyor

Öyle güzel bir ahenk ki herşey yerli yerinde, eksik olan en ufak bir parça yok.

Bir gün biterken başka bir gün başlıyor. Birileri hayata veda ederken başka birileri dünyaya merhaba diyor.

Atmak ne zor geliyor insana sırtındaki kamburu.

Umut dolu sevgi dolu barış dolu yarınlar için.

Ve derken bir kuş kanat çırpıyor coşkuyla

Ve demlikte çay fokurduyor usulca

İşte yaşıyorum diyor insan. 

Uzaktan agaçların hışırtısıyla kulaklara eşsiz bir senfoniyi sunan rüzgar adeta bedenimizi okşuyor ve derin bir sessizlik çöküyor her akşam. 

Çalakalem bir mutluluk var kalemimim ucunda. Mürekkebim biraz dargın yazmadıgımdan. Yürek öyle şişmiş ki sanki koca bir dagı kökünden dinamitleyip içine basmışlar gibi bir acı ıslık duyuyorum saat gece yarısı ve bir dertli agıt geliyor kulaklarıma. 

Üşüyor bedenim agustosta, terliyor ellerim

Dalıyor gözlerim bir mazinin içinde kayboluyorum. 

Hafif bir gülümseme karanlıktan şimşek gibi seçilen gözler, bir an gözlerimi kapatıp öylece bekliyorum. 

Ruhuma sarılan bir ben var sanki, içimde ürperen bir ben var. 

Şükrü saadetin en onulmaz anını yaşıyorum. Herşeyin sahibine gönül açıyorum. 

Herşeyi bırakıp, varıp seccademe sarılıyorum. 

Başımı secdeye her koydugumda, dünyadan uzaklaşıyorum. 

Ve bana sonsuz rahmetin kapılarını açan rabbime sıgınıyorum. 

Kurumuş bir gül suya kavuşunca nasıl canlanıyorsa, susuzluktan çatlayan toprak su ile buluşunca nasıl tazeleniyorsa, Rabbine kavuşan ruh da işte öyle canlanır ve tazelenir. 

Gönüllerimizi Rahman ve rahim olan yüce Yüce Allah C.C Esmaül Hüsnasının aşkıyla doldurmak dilegiyle. 

Esen kalın

Gülümsemek iyidir ruha dinginlik verir zinde tutar ve tam bir kilo pirzola yemiş gibi olursunuz (sadece pirzola başka et türü kesinlikle kabul edilmez) :) 


Gülümsemek, gündelik yaşantımızda çok kolay gibi görünen ancak bir o kadar zor ve neredeyse unuttuğumuz bir kavram. Gülümsemenin duygusal, ruhsal, fizyolojik önemli etkileri bulunmakta.

Gülümsemek sindirim, kalp-dolaşım, sinir sistemi gibi fonksiyonları doğrudan etkiliyor.

Mutluluk hormonu olarak bildiğimiz serotonin hormonunun düşmesi; depresyon, uyku ve yeme bozuklukları gibi pek çok psikolojik rahatsızlığın oluşumunda etkilidir.
Kişi gülümsediğinde ise, serotonin hormonunun seviyesi yükseliyor ve bu da ruh halinde iyileşmeyi sağlıyor. Aynı zamanda gülmek, stres artırıcı diğer kortizon, adrenalin, dopamin gibi hormonların seviyelerini düşürüyor.

Gülümsemenin psikolojik ve sosyolojik etkilerinden de bahsetmek mümkün.
Kişi gülümsediğinde hem kendisinin hem de karşısındaki kişinin daha mutlu olmasını sağlıyor.
Eğer karşınızdaki kişiyle bir gerginlik yaşıyorsanız yalnızca bir kere gülümsemeyi deneyin, gülümsemenin bu gerginliği azaltacağını ve karşınızdaki kişinin daha fazla kızmaya devam edemeyeceğini göreceksiniz. Unutmayın, gülümsemek bulaşıcıdır.

Gülümsemek kişiye daha özgüvenli, sosyal, çekici ve kibar bir görünüm vermekle kalmıyor, sosyal ve kalabalık ortamlarda daha yetkin ve iletişime açık olmayı da sağlıyor.

Mutlulukları ve yaşam sevinci yüksek olan çocuklar günde yaklaşık 400 defa gülümsüyorlar. Bebeklerin anne karnında bile gülümsediğine dair görüntüler alınıyor. Doğduktan sonra ise gülümsemeye uykularında bile devam ediyorlar. Buradan yola çıkarak gülümsemenin tüm insanlarda bulunan biyolojik bir temele dayanan, fizyolojik gelişimde ve sosyal hayatta da önemli yeri olan bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.

Son olarak, tüm bu bilgiler ışığında, ‘Neden gülümsemeliyiz?’ sorusunun cevabını özet halinde sıralayalım:

* Gülümsediğinizde kendinizi daha mutlu ve iyi hissedersiniz.

* Gülümsediğinizde etrafınızda kötü bir gün geçiren birileri varsa, onların da daha iyi hissetmesini sağlayabilirsiniz.

* Gülümsediğinizde daha özgüvenli ve sıcakkanlı görünürsünüz. Bu da hem sosyal ilişkilerinizde hem de iş hayatınızda size fayda sağlar.

* Gülümsemek stresi azaltır, daha sağlıklı bir psikolojik gelişim sağlar.

* Gülümsemek ruh halini iyileştiren hormonların fazla salgılanmasına etki eder ve tansiyonu düşürür.

Hep başkalarının değişmesini bekleriz, hep başkalarının olumlu davranmasını. Oysa ilk adımı biz atabiliriz. Gülümsemek dünyaya ve insanlara açılan penceremiz.

Hayat zor olabilir, hayat herkes için zaman zaman zorlaşabilir. Olumsuz olaylar da yaşanabilir. Yine de yaşamak gerek, tüm olumsuzluklara inat. Kendimize yapacağımız en önemli iyilik bu: Kendimize ve hayata gülümsemek.

Daha sağlıklı, kaliteli, mutlu bir hayata sahip olmak için; hayattan memnun olmak ve keyif almak, kendinizle birlikte çevrenizdekilere de olumlu bir örnek olmak için, yapmanız gereken tek şey gülümsemek...

Yüzünüzden gülümsemelerin eksik olmadığı güzel, mutlu ve bol ışıklı günler diliyorum. 🙏😊😊


Aslında hepimiz biliriz ve her birimiz bunun için bir yaşam alanı kurarak ilerleriz.

Bir insan bir ömür içinde neleri başarabilir?

Peki nasıl başarabiliriz bu başarıyı kazanmayı, eminim çok ta yerinde bir soru oldu,

Bizi hayatta kalma mücadelesi içine iten farklı sebebler vardır, bu yazıyı onlarca insanın hayatını gözeterek yazıyorum, her konuştuğum insanda hayata dair aldığım bilgiler beni oldukça üzdü.

Gelin başlayalım isterseniz, hayat amacı ile tanışmaya.

Çevrenizde bulunan insanlara iyi bakın, çoğu tutkusunu ve hayat amacını kaybettiği için sürekli mutsuzdur, peki neden kaybettik tutkumuzu, ne kadar da zor bir soru,

İnsanlar için yaşamak gayesi yani hayat amacı pek bilinen bir gerçek değildir, çoğu insan bundan bir haber yaşamaktadır, 

Sosyal şartlar, çevresel faktörler, bireyin dünyasında oluşan farklılıklar bizlerin hayata bakışını anlatır,

Lakin herkesin bir hayat amacı vardır, ve bunu tutkuyla yapanlar gerçek mutluluk sahipleridir.

Hayat amacı bir fabrika sahibi için, dünyada kendi alanında faaliyet gösteren  fabrikaların en iyisi olmak gibi birşey değildir, hayat amacı bir hedef değildir, gerçekleşmesi beklenen birşey de degildir aslında, kendi öz benliklerini saklayan insanlar için hayat amacı hedefle aynıdır, onlara hayat amacınız nedir diye sorduğumuzda bize hedeflerinin ne olduğunu söylerler, bu biçimde ifade edilen bir hayat amacı hedefin gerçekleşmesi durumunda son erecektir ve bu ifade hayat amacı ile uyuşmaz çünkü hayat amacı hiçbir zaman sona ermeyecek birseydir, bir ağacı düşünün, ve yahut bir kayayı, ya da toprağı  hepsinde bulacağımız şey aynıdır, bir hayat amaçları var ve bu amaç için varlar,

Hayat amacı zamandan ve mekandan bağımsız bir şekilde ilerler, hayat amacı olan bir insan için yaşamak zorunda olmak demek değildir hayat, yeni bir güne başlarken bizimle beraber milyarlarca canlı da yeni bir güne başlıyor,  herşey o kadar güzel ki, geriye çekilip izlersek bu güzelliğin farkına varabiliriz,

Çoğu insan için hayat amacı, yapacagı iş anlamina geliyor, bulunduğumuz konum bizlerin hayat amacı değildir, hayat amacı insan için keşfedilmesi oldukça zor bir konudur, bunun üzerine yüzlerce kitap yazılmış, konferanslar ve seminerler yapılmıştır, güney Afrika'da yeni doğan bir bebek ile ığdır da yeni doğan bir bebek hayat amaçları ne olabilir, hayat amacı toplumsal yapının planına dahil değildir, bir kilise papazı ve bir cami imamı hayat amaçları ne olabilir? Bu soruyu cevaplamak için bir kilise papazı ve bir cami imamı olmamız gerekiyor, lakin biliyorum ki hayat amacı hepsinden farklı bir şey,

Bugün hayat amacı hakkında konuştuk, bir sonraki yazımda görüşmek üzere, Bu süre zarfında gelin beraber düşünelim, bizler bir hayat amacına sahip miyiz?

Esen kalın, sağlıkla kalın

Cuma suresinin 9. uncu ayeti Cuma namazını farz kılan bir ayet değildir. 

Bu ayet Cuma vakti alışverişi haram kılan bir ayettir.

Başlık sanırım cuma namazının fazileti olacak. Admin düzelt bunu. 

Cuma günü, Müslümanlar için haftalık toplu ibadet günüdür. Şartlarını taşıyan Müslümanların bu günde bir araya gelerek Cuma namazı kılmaları farzdır.
Cuma namazı, Kur’ân-ı Kerîm’de isim verilerek emredilen tek namazdır. Yüce Rabbimiz, Cuma suresi 9. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alım-satımı bırakın. Bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”

Cenaze namazlarının temel sorularındandır. "merhumu nasıl bilirdiniz"

Lakin merhumu bilmek öyle herkesin harcı değil.. malum dünya ve insan psikolojileri çok değişti.. bakın artık anne babalar evlatlarını tanıyamıyor.. eşler birbirini tanımıyor ve hatta kişi yaratanını artık bırakın bilmeyi sözü açıldığında bile çok yüzeysel bir düşünce ile görmediğim bir varlığı nasıl bilebilirim.. malum ateist düşüncenin prensiplerinden birdir görmediğim bir varlığa nasıl inanacak.. 

Bir bakıyorsun iki yılların dostu kendini bir bilinmezin içinde bulur ve kişinin dostluğu test edilir.. genelde de dünyevi haz ve iştiyaklara teslim olur ve dostların %85-90'ı sınıfta kalır.. sonra merhumu nasıl bilirdiniz derler ve hep bir ağızdan "iyi bilirdik" çıkar.. 

Değişen ve başkalaşan dünyada iki yüzlülük en bilinen huy halini almış ki devletler ve kurulan sistemler tamamıyla bu prensiplere göre tasarlanmış.. Koca koca devletler bile birbirlerine üstünlük sağlamak adına, adına milliyetçilik denen bir ideolojik savsata ile ki 1789 'da planlanan bir süreç olarak çıktı Avrupa'dan. lakin esas amaç insanların bilinçaltını esir almaktır ve insanları yönetmek en kolay dürtüler ikiyüzlü yaklaşımlarla daha kolay hale gelmekte.. 

Ne demiştik, devletler de hem kendi aralarında hem de kendi vatandaşlarına karşı tamamıyla iki yüzlü politikalarla yeni dünya düzeni peşinde olanların değirmenine su taşımakta.. Dünyadaki tüm devletler istisnalar hariç, kara parayı aklamakta, hem kendi hem de devlet çıkarları için her türlü teröre destek vermekte, kendi toplumlarının elit sınıfları hariç en az %90'nı sömürmekte, ve son olarak türlü vaatlerle gelen her hükümet sadece kendi adaletini kendi yandaşları için işleten ve yalan-dolan siyaseti ile karşısında duran herkesi hukuk dışı yöntemlerle susturmak hatta yok etmek yarışına girer ve ülkelerine toplumları nezdinde İHANET ederler.. 

Skolastik, Latince kökenli schola kelimesinden türetilen, scholasticus teriminden gelmektedir ve kelime anlamı "okul felsefesi" anlamını içeriyor.

Orta Çağ'da kilise, bütün ana güçlerin de üzerindeydi. Bu dönemde krallar, Papa'nın elinden taç giyiyor ve kilisenin emri altında siyaset yapıyorlardı.

Bilim ve düşünceye izin vermeyen skolastik düşünce sisteminde, daha çok din adamlarının söyledikleri kabul ediliyordu.

Öte yandan gazetecilere, sanatçılara, toplumun önde gelen gelen kanaat önderlerine baskı vardı, özgür düşünceden bahsedilemezdi.

Bu yönüyle Skolastik düşünce, Orta Çağ döneminde kilisenin hem siyaset hem de toplum üzerindeki gücünü temsil eden, aklın ve bilimin saf dışı bırakıldığı bir dönemdir.

1. Bağımlılıklar 

2 . Üşengeçlik

3. Övünmek

4. Disiplinsizlik

5. Gereksiz borç.

6. Hedef ve amaçların olmaması 

7. Gereksiz ilişkiler

8. Risk almamak

9. Kitap okumamak

10. Olmayan parayı harcamak

Irkçılık çok eskiden beri olan bir konu ve insanlık hiç akıllanmadı.. o hasta zihniyet 20. yüzyılda medeniyetin dünyada geldiği seviye düşünüldüğünde olmaması gereken bir konu artık diye düşünüyor insan.. 

Ama dünyada şuan var olan ırkçılığın temmel nedeni Avrupanın son 500 yıldır Afrika merkezli olmak üzere tüm dünyayı sömürmeye dayalı politikalarının bir uzantısıdır maalesef.

Sevginin her türlüsü AŞK'a dairdir ve umudum odur ki insanlığı sevgi kurtaracak..

'' Ölçülü sev '' Demişti, Allah'ın Resulü. Çok seversen gidermiş insanoğlu.

''Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler: Onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur. Aklın şaşar dostun düşmana dönüşür. Düşman kalkar dost olur. Öyle garip bir dünya! Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin. Şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur yine de yaşarsın.'' - Hz. Mevlana 

Yani her şeyin fazlası zarar olduğu gibi  sevmenin de fazlası zarar, ne çok seveceksin ne de az ...

  1. Bir meseleyi önceden görme veya sezme anlamına gelir.( Dejavu, 6.His) Mesela yaşamımızda birinde bahsedersiniz işte ya bu Merve yok mu bu Merve çat kapı çalar. Bir bakmışsınız Merve ya da bir telefon arayan Merve. (Bizde şey ay kaynanan seviyormuş, biz de tam senden bahsediyorduk. Ya da İyi insan iyi lafın üstüne gelir kamufle edilir .)
  2. Bazı insanlar bir felaket öncesi kalplerinde ve rüyalarında bir daralma hissedebilirler ve sonrasında da bir yakınını kaybedebilirler. İnanın bilim bile açıklayamıyor bu durumu. Şöyle bir durum daha var. Nasıl ki? Bizim böbreğimiz, karaciğerimiz, kalbimi, dalağımız var. Bir de manevi organlarımız var. İşte bunlara letaif ya da latife denir. manevi organlar Allah la arandaki bağı gösterir. O bağ ne kadar kuvvetli ise olayları hissetme olasılığın o kadar fazladır. Bu latifeler ancak azabilir ya da bozulabilir bunlar: gıybet, iftira, dedikodu, hasettir. Bediüzzaman said nursi hazretleri kendi dönemin de bankaların bulunduğu sokağa dair girmezmiş sebebini sorduklarında ise manevi organlarım olan latifelerime kirlenmesin Allah la aramadaki bağa zarar gelmesin diye cevap verir. İnsan burada durup vay be diyor şuan kaç kişi kaldı ki kredi çekmeyen faizi düşük olunca bu durumu helalmiş gibi gösteren bankalara itibar etmeyen. Bizden önceki ümmette bir de bulunduğumuz ümmete bakın arkadaşlar.
  3. Eğer bir şeyleri doğru hissedebiliyorsak latifelerimiz düzgün çalışıyor demektir. 
2 3